Arama

                                                

“Onur, şeref, haysiyet, alicenaplık…”

Yazar Ersin Zengin Yazdı: “Onur, şeref, haysiyet, alicenaplık…”

20/07/2025 11:27 | Son Güncelleme : 06/11/2025 20:32 | Ersin Zengin


“Onur, şeref, haysiyet, alicenaplık…”
ad image
ad image

“Onur, şeref, haysiyet, alicenaplık…”

Eş anlamlılar. Sözlük der ki: insanın kendine duyduğu saygı. Ama sözlük ne bilsin bu topraklarda onur neye denk düşer! Mesele ne yaptığın değil, nasıl yaptığındır. Açalım bunu. Gel, bir de bizim toplumun değer terazisinde tartalım.

Mesela iyi bir aile babası olmak… Aileni geçindiriyorsun, güzel. Ama nasıl? Hırsızlıkla mı? O zaman kusura bakma, yaptığın doğru değil. Amacın iyi olsa da, yöntemin kirliyse, o iyi niyet de çamura bulanır.

Peki, başkasının onursuzluğu neden beni ilgilendirsin? Çünkü sen ne kadar onurlu olursan ol, onun çaldığı senin cebinden gidiyor. Onun çökerttiği düzen senin emeğine çöküyor. Onurlu yaşamak istiyorsan, onurlu insanlarla bir arada yaşamak zorundasın. Ve evet, insan çevresine bu gözle bakar. Yaşayanı da, tarihten gelmişi de bu gözle tartar.

Ama tarih bir gün bizi de tartacak. Diyecek ki:

“Bu milletin devrinde, yönetenler kendi yandaşlarını kayırır, hukuku paspas gibi çiğnerdi. Kamunun neyi varsa talan edildi. Ve halk… suskundu. Her gün biraz daha aşağılanmalarına rağmen, ‘aman ekmeğimden olmayayım’ korkusuyla başlarını eğdiler. Onursuzca yaşadılar. Bahaneleri hazırdı: ‘Yalnızız’ dediler, ‘Herkes bizim gibi düşünmüyor’ dediler. Ama esas mesele neydi biliyor musun? Kaybedecek bir işi, hapse girince yitirecek özgürlüğü vardı da… bir tek onurunu kaybetmekten korkmuyordu. Halbuki bu hayatta tek korkulması gereken şey, onurun yitmesidir.”

Bugün Türkiye’nin içinde olduğu kriz bir ekonomik sorun değil sadece. Bu başka bir şey. Bu bir servet aktarımı krizi. Yani kazanan değil, güçlü olan pastayı yiyor. Üretenin değil, yalakalık yapanın kazandığı bir düzen bu. Emekçiye yok, üreticiye yok, işletmeciye yok… Varsa yoksa bir avuç asalak için var.

Toplum ikiye ayrılmış:

Kirasını ödemeye çalışanlar ve Boğaz’da yalılarda, şatolarda, sahillerde yaşayanlar.

Adalet yerlerde.

KPSS birincisisin ama onlardan değilsen atanamazsın.

Hastanede can veriyorsun ama öncelik onlarda.

Çocuk üniversite sınavında döktürmüş ama sorular önceden gidenin elinde.

Yani torpilin yoksa geçmiş olsun.

Sonra deniyor ki, “gençler umutsuz.”

Yahu umutları hiç olmadı ki!

Üniversiteler açılırken biliyorlardı iş veremeyeceklerini. Amaç belliydi: Beş-on yıl kandırmak. Şimdi memuriyet yaş sınırını yükseltiyorlar; “Bak umut var” diyorlar. Sakın ses çıkarma, belli etme şikâyetini. Kırk yaşına gelmişsin, hâlâ “belki memur olurum” hayali. O yaştan sonra memur olsan ne olur? Gençken yapman gereken her şeyi senden çaldılar. İlk arabanın heyecanı mı kaldı? Kumsalda sabahlamak, falezlerden atlamak... Bitti gitti.

Sen bunların yasını plaza kafesinde sıradan bir kahveyle tutarken, tepedekiler o plazanın terasında senin hayatını çalmanın şampanyasını patlatıyorlar. Hem de milletin bilmem neresine koyduklarını söyleyerek!

Peki sen ne bekliyorsun o plazayı temelinden sarsmak için?

Söyleyeyim: Bir kurtarıcı…

Gökten inecek, olağanüstü güçleri olacak.

Bekle dur. Bin yıldır Ortadoğu halkları bekliyor zaten. Sen de beklersin.

Dedin mi “Atatürk” diye?

O başka bir mesele. Atatürk, toplumun içinde örgütlenme başladığında çıktı ortaya. Halk kıpırdanıyordu, direniş vardı. Silah çekenler vardı, ölmeyi göze alanlar vardı. Cesurlar vardı. Ve tarih onların cesaretini Selanikli Kemal’le taçlandırdı.

Ama senin gibilerden Atatürk çıkmaz.

Senin içinden, korkaklıkla sınanmış, “sandığa tıpış tıpış gidin” diyebilecek kadar alçalmış adamlar çıkar. Sende kabak karpuza şükredersin.

Sanma ki Atatürk’ü var eden koşullar hep vardı. Hiç öyle değil. Halk yine aynı halktı ama hisleri birbirinden çok farklı.

Mehmet Akif 1914’te yazarken isyan ediyordu. Çünkü halk ölmemişti ama diri de değildi. Hissizdi. Tepkisizdi. Gözünün önünde bir imparatorluk yıkılıyordu ama kılını kıpırdatan yoktu.

Ve Atatürk mü? Elbette vardı! Bu halkın içindeydi. Dipdiri bir gençti. Dertliydi, çözüm arıyordu. Kurtuluş için kafa yoruyordu. Ama yalnızdı. Çünkü etrafındaki kitle hareketsizdi. Korkaktı.

Toplum kıpırdamıyordu ki, içinden çıkan o adam “kurtarıcı” olsun.

Mehmet Akif işte bu duruma veryansın ediyordu.

Söylediği açık ve netti:

“Ey dipdiri meyyit… iki el bir baş içindir,

Davransana… Eller de senin, baş da senindir!”

Yani “Sen yaşıyorsun ama ölüsün. Kendi ellerin, kendi başın varken neden kıpırdamıyorsun?” diye haykırıyordu.

Bu millet, korkusunu yenip ayağa kalkınca, o içlerinden biri olan Mustafa Kemal, bir anda kurtarıcı oluverdi. Çünkü toplum hazırdı. Çünkü artık zemin kıpırdıyordu. Çünkü cesaret başlamıştı.

Bugün de durum aynı. Herkes bir kurtarıcı bekliyor. Oysa o kurtarıcı belki şu anda bir apartman dairesinde, belki taşrada, belki işsiz, belki yoksul ama içi yanan bir genç. Belki senin kahvede yanına oturduğun biri. Belki sensin!

Ama unutma:

Tarih, harekete geçmeyene Atatürk vermez.

Tarih, korkusundan susana kurtarıcı lütfetmez.

Bugün Akif’in dizeleri gibi yeniden haykırmak lazım:

 

“Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin!”

Bu halkın içinden bir Atatürk daha çıkacaksa, önce bu halkın yeniden kıpırdaması lazım. Şikâyet etmeyi bırakıp korkuyu üzerinden atması lazım. Çünkü bu topraklarda Atatürkler bitmez. Ama onları harekete geçirecek cesaretli halk olmadan o Atatürk’ler de susar, bekler, kaybolur…

Artık yetmedi mi?

Şimdi ideolojileri, alışkanlıkları, ezberleri bir kenara bırakma zamanı.

"Bu böyle yapılır!" ukalalığını susturma zamanı.

İllerde, ilçelerde, mahallelerde… hatta apartmanlarda bile bize benzeyenlerle bir araya gelme zamanı.

Ve birbirimize açık yüreklilikle sorma zamanı:

"Ne yapmalıyız?"

Göreceksin…

Ne cevherler çıkacak ortaya!

İdeolojilerin kuru kalıplarından daha bilge, yerleşik düzenin kibirli şemasından daha coşkulu fikirler yükselecek.

Birbirine benzeyen kalpler bir araya geldiğinde, bu fikirler damarlarımızda dolaşan bir ilaç gibi yayılacak memlekete.

Ve göreceksin...

Bir usta cerrah gibi biri öne çıkacak; adına devrim denilen o ameliyatı çekinmeden yapacak!

Ve diyelim ki…

Sanmam ama, bunca çabana rağmen başaramadın.

Yine de üzülme.

Çünkü sen onurlu yaşadın.

Ve şimdi onurluların yattığı mezarlıkta, başın dik, alnın açık bir şekilde sonsuz istirahate çekileceksin.

Unutma:

Kaybeden değil, vazgeçendir yenilen.

Sen vazgeçmedin.

Sen yaşadın.

Ve onurunla ölümsüzleştin.

Etiketler : ersin zengin yazar köşe yazıları köşe yazısı sondakika haber haberler
Beğendim
Bayıldım
Komik Bu!
Beğenmedim!
Üzgünüm
Sinirlendim
Bu içeriğe zaten oy verdiniz.

ad image
ad image

Bunlar da ilginizi çekebilir

"Tavan Arası" Dergisi 2. Sayısıyla Dijital Yayın Hayatında: Sanatın Işığında Farkındalık Vurgusu!

"Tavan Arası" Dergisi 2. Sayısıyla Dijital Yayın Hayatında: Sanatın Işığında Farkındalık Vurgusu!

Kültür, sanat ve edebiyatın dijital adresi "Tavan Arası" dergisi, Kasım 2025 tarihli 2. sayısı ile okuyucularıyla buluştu.

3 saat önce
Maya Uygarlığının En Eski Anıtı: Evrenin Haritası Olabilir

Maya Uygarlığının En Eski Anıtı: Evrenin Haritası Olabilir

Meksika'nın Tabasco eyaletinde keşfedilen devasa Aguada Fenix anıtı, yapılan son araştırmalara göre yalnızca büyük bir yapı değil, aynı zamanda evreni sembolize eden bir 'kozmogram' olarak inşa edilmiş olabilir.

8 saat önce
Artvin'de 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü Coşkusu: Tüm Halkımız Davetli!

Artvin'de 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü Coşkusu: Tüm Halkımız Davetli!

Artvin Valiliği ve Artvin Orman Bölge Müdürlüğü'nden Ortak Çağrı: "Yeşil Vatan Sevdalılarını Fidan Dikimine Bekliyoruz."

9 saat önce
ad image
ad image