KADERİN DANTELASI
Edebiyatçı Yazar Sümeyye Öztaş Yazdı: KADERİN DANTELASI
14/11/2025 16:50 | Son Güncelleme : 17/11/2025 01:29 | Sümeyye Öztaş
KADERİN DANTELASI
Kader, görünmeyen bir varlığın ezeli ilmiyle örülen ince bir dantela gibidir; her ilmek bir niyet, her düğüm bir nasip, her boşluk bir hikmet taşır. Zamanın dışında bakan ilahi bir kudret, insan adımlarını kendi iradesiyle attığı sanrısına kapılsa da, o daha adımlar atılmadan onların nereye varacağını yüce ilmiyle çoktan bilmiştir. Onun bu bilgiye sahip olması, insanın iradesini yok saymak değildir; çünkü ‘’Biz her insanın kaderini çabasına bağlı kıldık.’’ (İsra/13) buyruğu, bu ilahi örgünün insanın emeğiyle ilmek ilmek dokunduğunu hatırlatır.
Kader; yalnızca yazılmış bir senaryo değil; yazıldığının oynanmasıyla anlam bulan hikmetli bir sanattır. Yaratan’ın kaleminden dökülen satırlar, kulun elleriyle ilmek ilmek işlenir; böylece ezelde yazılan, ebedde vücuda gelir. İnsan çabası, ilahi bir tasarımın içine zarif bir ilmek gibi yerleşir.
‘’Seçimler, kaderin menteşeleridir.’’ Her kapı bir karara, her karar da yeni bir yöne açılır. İnsan, hayat yolunda düşe kalka yürürken, aslında her adımıyla kaderinin kıvrımlarını belirler. Kader, yalnızca başa gelenler değil; o başa gelenlerle kim olmayı seçtiğimizdir. Bir yöne kalbimizin meyledişi bile bazen bir kader başlangıcıdır; çünkü meyil, bir eylemi çağırır; eylem de takdiri şekillendirir.
O meşhur söz boşuna söylenmemiştir. ‘’Düşüncelerine dikkat et, sözün olur; sözlerine dikkat et, hareketin olur; hareketine dikkat et, bir gün alışkanlığın olur; alışkanlıklarına dikkat et, karakterin olur; karakterine dikkat et, kaderin olur.’’ Aslında kader dantelası dediğimiz sanat, işte bu zincirin incelikle örülmesidir. Kader, insanın niyetiyle başlar, düşüncesiyle biçimlenir ve emeğiyle tezahür eder.
Mevlana’nın sözü bu gerçeği ne güzel anlatır: ‘’Dünyada olabilecek her olay için misal âleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın.’’ Kaderin en derin sırrı da burada gizlidir: Söz, düşünce ve niyet; kaderin görünmez kumaşını şekillendirir.
Yaşadığımız hayata dair bir sıkıntımız varsa, çözüm; misal âlemindeki iyi ihtimalleri, güzel düşüncelerimizle, sözlerimizle ve dahi eylemlerimizle hayata çağırmaktır. Hep aynı düşünceleri tekrarlayıp, aynı kalıplarla yaşarsak, aynı yollarda yürürsek, kaderin örgüsünde yeni bir desenin belirmesi mümkün değildir. Bir değişime talipsek, ilk ilmeği niyetle atmalı, sonraki ilmekleri çabayla ve sabırla örmeliyiz.
Kaderin bir yönü de rahmettir. İnsan çoğu zaman başına gelenleri sınav sanır, oysa her kader çizgisinin içinde gizli bir merhamet damarı da vardır. Bazen gecikme, bir korunmadır; bazen kayıp bir lütuftur. İlahi kudret, kader dantelasındaki bazı ipleri sırf kulu incinmesin diye farklı örer; insan bunu çoğu zaman sonradan fark eder. Bu konuyu Sadi Şirazi: ‘’Sana verilmeyeni sana lazım olmayan bil. Başkasında imrendiğin, sende olmayanı olsaydı felaket bil.’’ diyerek hikmetli bir şekilde özetler.
Elbette kaderin dantelasında insanın payı kadar, dua, niyet ve ilahi hikmetin dokunuşları da vardır. İnsan, teslimiyetle dua ettiğini zannederken bile, içten içe kontrolün ipini elinde tutar ve çoğu zaman kendi muradının olmasını diler. Oysa sınırlı aklıyla kurduğu plan, ilahi matematikle her zaman örtüşmez. Bir cevap ister, ama o cevabın kendi niyetine uygun düşmesini ister. Hâlbuki ilahi düzen, insanı bazen en zorlu yollardan geçirerek, hiç ummadığı biçimde menziline ulaştırır. Çünkü kader yalnızca bir sonuç değil; o sonuca varırken yaşanan bir olgunlaşma biçimidir. Zor yollardan geçmek de çoğu zaman istidatların inkişafı içindir.
İnsan, istediği şeye aceleyle ulaşmak ister; ama buna ne kendi ne de istediği şey henüz hazır değildir. Bu yüzden gecikmeyi reddedilme sanır. Oysa sabrının içinde, onu olgunlaştıran büyük bir kudret saklıdır. Hikmetli bir gözle sürece bakan, ruhunun güçlendiğini, hedefinin netleştiğini ve sonunda o hedefe layık bir hale geldiğini görür. Bu yönüyle beklemek bir red ya da ceza değil; ilahi zamanlamanın zarif bir armağanıdır.
İnsanın isteğiyle Allah’ın ondan muradı farklı olduğunda, arada sessiz bir çatışma doğar. İnsan iradesi ile ilahi irade arasındaki bu görünmez çekişmede, kalbin derinliklerinde küçük isyan kıvılcımları doğar. Akıl ‘’bunda bir hayır vardır.’’ dese de, gönül kırılır, küser, bazen isyana düşer. Bunun sebebi, insanın planlarını ‘’İdrak-ı meali bu küçük akla gerekmez.’’ dizesinde anlatıldığı gibi, sınırlı bir bakışla yapmasıdır. Çünkü sınırlı bir varlık, sınırsız bir kudretin iradesini tartmaktan acizdir. O halde insana düşen teslimiyet, tevekkül ve kadere rızadır. ‘’Vardır bir bildiği’’ diyerek kendi hesap edemediklerinin ilahi bir el tarafından çoktan hesaplandığının teslimi içinde olmaktır.
İnsan içinde ufak isyan kırıntıları hissettiğinde, yaratılışın en evveline bakmalıdır. Allah, yeryüzünde bir halife yaratmak istediğinde, daha önce çok itaatkâr olan şeytanın tavrını hatırlamalıdır. Onu isyana sürükleyen duyguyu iyi okumalı, bu tavırdan ders çıkarmalıdır. Zira şeytanı kovulmuş ve insanın hasmı yapan şey, ‘’ilahi iradenin takdirine rıza göstermemekti.’’ Melekler insana secde ederken, o kendi aklıyla kendinden daha düşük gördüğü bir varlığa itaat etmeyi reddetti. İlahi hikmete teslim olabilseydi, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmayacaktı. Ama o ateşten yaratılmış olmasına güvendi; kan dökecek bir insanın ondan üstün olamayacağına hükmetti. Yani aklıyla yaptığı kıyas sonucu isyan bayrağını çekti.
Bu sadece bir hikâye değil; her devirde insanın yaşadığı sınavın özüdür. Başımıza gelenleri ‘’hak etmediğimizi’’ düşündüğümüzde ve bunu aklımızla delillendirdiğimizde, şeytanın düştüğü hatayı hatırlayalım. ‘’İradem olunca senin iradene ram.’’ sırrına erelim. Ve onun dilediğinin bizim için en hayırlısı olduğunu bilelim. Çünkü ne kadar direnç göstersek de yazgının mührünü yaşayacağız. Bundan kaçış yok. Kaçtığımız yerde de bizi karşılayacak olan şey yine kaderimizdir.
Kaderin önüne bend olamazsın
İstesen de olacağa karşı koyamazsın.
İnsan bazen bu hakikatleri fark edemediği için, fark etse de içine sindiremediği için, başına gelenleri sorgular, geleceği kurgulamaya kalkışır. Tüm resmi göremediği için, şimdinin ve geleceğin belirsizliğini düşman sanır. Oysa yaşadığı her şey, ilahi sistemin onu hizaya sokma biçimidir. Gerçek teslimiyet, ‘’Tedbirini terk eyle, takdir Hüda’nındır.’’ sırrına ermekle başlar. Yani kontrolü bırakmak değil; kontrolün sahibine teslim etmektir. Ve bazen şairin dediği gibi: ‘’Kaderi öpüp başıma koymuşum.’’ diyebilmek gerekir.
Kader üzerine belki de en sade ama derin cümlelerden birini bir Türk düşünür söylemiştir: ‘’Olan olmalıydı, olacak olan olur; o halde olan olur.’’ İşte kaderin özeti, bütün ihtişamıyla bu cümlede saklıdır. ‘’Olan olmalıydı’’ diye düşünen insan geçmişin ‘’keşke’’lerinden arınır. Kendini merkezine döndürür ki geçmişi iyisiyle kötüsüyle kabullenmek insanlar için en dirençli konulardan biridir. ‘’Olacak olan olur.’’ diyen insan, geleceğin kaygılarından sıyrılır. Şimdinin güvenli kollarına kendini bırakır. Ve ‘’olan olur.’’ diyen, an’ın teslimiyetine varır. O anda hazır olan huzuru da bulur. Gerçek özgürlük, bu üç idrakin aynı kalpte buluştuğu yerdedir.
İnsan seçim yaptığı zannına kapılır; ama çoğu zaman seçtiğinin imtihanını da yaşar. Belki de kader, seçtiğini sandığın şeylerin asıl seni seçtiği yerdir. Tüm bu görünmez bağlar içinde kader, insanın iradesini kısıtlamadan onu kendi hakikatine yönelten ince ilahi bir örgüdür; sessiz ama ısrarlı bir hatırlatmadır. Sen seçim yaptığını zannederken bile bir sevk-i ilahi tezgâhından geçiyorsun. ‘’Sen seçiyorsun; ama seçimini ben yazıyorum.’’ Şair kaderin bu görünmez bağını:
‘’Kader beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı
Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı’’ diyerek özetler.
Kader dantelasının bir yönü de şahitliktir. İnsan yalnızca yaşadığı olayların öznesi değil, aynı zamanda onlara şahitlik eden bir bilinçtir. Her yaşanan, insana kendi hakikatini gösteren bir aynadır. Kader yalnızca yaşananlar değil, insanın onu algılama biçimidir. Kimi insan aynı olayla yıkılırken, kimisi olgunlaşır. Bu yüzden her acı, her sevinç, insanın kendi derinliğine inmesi, kendini hakikat nazarında tartması için bir davetiyedir.
Yani kader sadece ‘’yaşanan olaylar zinciri’’ değil; insanın o olayları nasıl okuduğu, onlara nasıl anlam yüklediği ile tamamlanır. Bu, tasavvufta ‘’müşahade’’ denilen bilincin alanıdır: Kader bir taraftan akarken, insan hem yaşayan hem de o akışın farkında olan bir şahit olur. Tıpkı kendi yazdığı bir oyunu sahnede icra eden ve aynı anda seyirci koltuğundan izleyen sanatçı gibi… Kaderin en ince ilmeği işte burada gizlidir: İlahi örgü seni dokurken, sen de o örgünün bilincine vardıkça, kader artık seni değil, sen kaderini güzelleştirirsin.
Kader aynı zamanda ‘’ölçü’’ demektir. ‘’Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bir bak hiçbir çarpıklık görüyor musun?’’ (Mülk/3) Kaderin sanatkârı evreni bir uyum ve düzen içinde yaratırken, insanı da bu ölçünün dışına bırakmamıştır. Nasıl ki dünyayı en ince ayrıntısına kadar bir hesap dahilinde örgülemiş ise insanı da bu hesabın içine en ince şekilde yerleştirmiştir. Bir örgü düşün: Her ilmeği bir hesaba dayanır. Ve her ilmeğinde bir denge ve her boşluğunda anlam vardır. Eğer bir ilmek yanlış atılsa ya da unutulsa desenin insicamı bozulur.
Nasıl ki insan yapımı bir örgü bile en ufak bir düzensizliği, boşluğu, unutmayı kaldırmıyorsa hakiki sanatkârın kader dantelasında bir çarpıklık yaptığı düşünülebilir mi? Hayır. Bizim düzensizlik, eksiklik, yanlışlık diye nitelendirdiğimiz şey, çoğu zaman ilahi planın görünmeyen desenleridir. Bu nedenle eksiklik, kusur, hata bizdedir. Kader dantelasını mükemmel bir şekilde örgüleyen zatta değil.
‘’Hiç şaşmayan saat gibi işler durur kader.’’
İnsanın kendi nefsiyle savaşı bitmeyeceği için bu savaş bazen kadere de yönelir. Ama bilmelidir ki, eline bir iğne battığında bile o acı, onu olgunlaştıran bir ilmekten ibarettir. Halıyı dövenin amacı, onu yıpratmak değil, üzerindeki tozu temizlemektir. Her şey, sonsuz bir ilahi estetiğin tezgâhından geçerek sana dokunur. Ve sen sabırla, teslimiyetle, rızayla ördükçe kader sana güzelleşir.
‘’Ah benim yeryüzünde oyalanan kaderim
Sonsuzluk tezgâhında mayalanan kaderim.’’
Kaderin bu sonsuz döngüsünde, insanın en büyük payı şuurdur. Çünkü kader, farkında olmadan yaşandığında bir mecburiyet iken, farkındalıkla yaşandığında emanet halini alır. İnsan yazgısını sadece olay olarak değil de, kendini tanımak için yaratıcının araya serpiştirdiği ipuçları gibi görürse kaderin dili çözülür. Böylece her yaşanan hadise insanın kendi hakikatine yaklaşması için dokunan ilmek olur. Ve yaşananlar sonsuzluk tezgâhının mayasıyla yoğrulan bir öğreti haline gelir.
Ve sonunda insan, kaderin dışına çıkamadığını ama anlamını değiştirebildiğini fark eder. Zira kaderin deseni ezelde çizilmiştir; fakat o yazgının anlamını veren, insanın kalemidir.
İşte kaderin dantelasının son ilmeği burada atılır:
Teslimiyetle olgunlaşan insan, kaderin esiri olmaktan çıkar, kaderinin şahidi olur. O vakit kader, artık onu değil, o kaderini taşır.
Kader dantelamızdaki desenleri ince eleyip sık dokuyabilmek dileğiyle…
Edebiyatçı- Yazar
Sümeyye Öztaş
sumeyyeoztas@bilgigazetesi.org
Bunlar da ilginizi çekebilir
Yaklaşık 18 Milyon Öğrenci İçin Tatil Molası Sona Erdi: Ders Zili Yarın Yeniden Çalıyor
Yaklaşık 18 milyon öğrenci için beklenen ara tatil sona erdi. Hafta sonu ile birlikte toplam 9 gün süren tatilin ardından, öğrenciler yarın (Pazartesi) yeniden ders başı yapacak.
9 saat önceİğneye Yön Veren Adam
Yazar Uğur kıymaz Yazdı: İğneye Yön Veren Adam
10 saat önceCHP İstanbul'daki Saygısızlığa Yıldız'dan Sert Tepki: "Ortak Değerlerimize Saldırı!"
Şahlanış Partisi Kurucu Genel Başkanı Mehmet Mahmut Yıldız, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanlığı'nın makam odasında gerçekleşen ve siyasi gündeme bomba gibi düşen "dışkı bırakılması" olayına ilişkin sert bir basın açıklaması yayımladı.
1 gün önce

