Bir Tutam Sır
Bike S. Demirkız'ın köşesi: Bir Tutam Sır
28/06/2025 06:45 | Son Güncelleme : 06/11/2025 20:30 | Bike S. Demirkız
BİR TUTAM SIR
Yazan: Bike S. Demirkız
![IMG-20250627-WA0042[1]-i685f90baeb814.jpg](https://bilgigazetesi.org/uploads/IMG-20250627-WA0042[1]-i685f90baeb814.jpg)
Gece, kırsalı kalın bir örtü gibi sarmıştı. Sis, yılan gibi kıvrılarak çıplak ağaçların arasında dolanıyor, toprağı örten sessizliğe huzursuz bir titreşim katıyordu. Yaşlı bir baykuşun ötüşü, rutubetli havayı yırtarak yankılandı. Emine’nin küçük gri Clio’su sisin içinde yavaşça ilerliyordu, farlar adeta boşluğa çarpıp yutuluyordu. Direksiyonu öyle sıkı tutuyordu ki, parmakları bembeyaz kesilmişti. Nefesi camda buğular oluşturuyordu. Yan koltukta eski, sararmış bir kâğıt vardı: “Çatlak çınarın oradan sola, ağlayan taşın oradan sağa. Kepçe işaretini takip et o seni doğru yere götürür.” Kenarı kıvrılmış bu notu ona çay içerlerken yakın dostu Ayfer vermişti. “Bunu al, artık sen de emekli oldun Emine,” demişti gözlerini kısıp, “artık vakti geldi.” Ne vakti? Ayfer yüzünde gizemli gülümsemesiyle bundan başka bir laf söylememişti.
Emine bilmecelerle pek arası olan biri değildi. Hayatı iş- ev dedikoduları, eşi ve çocuklarına yemek yapmak ve pazar günleri annesini ziyaretle geçiyordu. Gelgelelim işte buradaydı, kalbi güm güm atıyor, bilinmeyene doğru sürükleniyordu. Aracı, sisin içinde beliriveren bir açıklığa vardı.
Önünde, eski bir taş konak belirdi. Taş duvarları sarmaşıklarla boğulmuştu, İçerdeki ışık pencerelerden dışarı zar zor süzülüyordu. Emine ürperdi. İçeride cin mi vardı, peri mi, ne biçim yere gelmişti böyle? Park etmiş başka arabalar da vardı: eski bir Şahin, bir Doblo, birkaç küçük araç daha. Araçlardan çıkan kadınlar, başlarını beyaz tülbentlerle örtmüştü. Ayfer’in, eline zorla tutuşturduğu o beyaz sabun kokulu bembeyaz tülbenti buldu çantasında, nenesinin o küçükken başına örtüklerine benziyordu. Onu başına sardı. Kadınlar tek kelime etmeden ciddiyetle ilerliyordu. Emine de peşlerine takıldı, her adımda ayağı çamura saplanıyordu. Havada garip bir ağırlık vardı, tüyleri diken diken olmuştu.
Girdiği kapı, buram buram çorba kokan loş bir koridora açılıyordu. Karşısında duran kadın, bakışlarıyla onu süzdü. Başındaki tülbenti iğneyle milimetrik tutturulmuştu tek saç teli görünmüyordu.
“Sen Emine misin?”
“Evet... Ayfer gönderdi beni.
Kadın bir süre sessiz kaldı. Sonra hafifçe başını salladı.
“İçeri gel. Ayakkabılarını çıkar, şu çetikleri giy ayağına. Buradan ileri ayakkabı ile geçilmez. Saçını da sıkıca topla.
Emine gözlerini devirip içinden “Allah Allah... misafirliğe mi geldim, tarikata mı” diye geçirirken, yün çoraplarını giyip saçını tülbentin altına gizleyerek içeri adım attı.
Girdiği salon hem evi hem de bir mabeti andırıyordu. Duvarlarda eski bakır ve emaye tencereler asılıydı, bir köşede dev bir çorba kazanı fokurduyordu. Kazanın etrafında birkaç kadın kazanı karıştırıyordu. Başında altın işlemeli tülbenti olan bir kadın dikkatle onları izliyordu.
Başka bir köşede yoğurt çırpma kabı ve teli gözüne ilişti. Ortadaki masa, dantel örtüyle kaplıydı ve masanın tam ortasında tek bir nesne duruyordu: Cam fanus içinde, sararmış bir tarif defteri. Kutsal emanet…
Diğer kadınlar da birer birer odaya girdi. Hepsi altmış yaş üzeri, saçları sıkıca toplu, başlarında beyaz tülbent, yüzleri dikkatli ciddi. Kimisinin elinde spatula, kimisinin belinde işlemeli havlu vardı.
Liderleri olduğu anlaşılan, kazanın başındaki altın işlemeli tülbent takan kadın konuştu:
“Ahretliklerim,” diye gürledi lider kadın, sesi taşları titretiyordu, “gizlenmesi gerekeni saklamak için burada toplandık. Dengeyi korumak için, kadim usulün bekçileri olarak bir aradayız. Kimse tereddüt etmesin.”
“Dimdik ayaktayız,” diye hep bir ağızdan cevap verdiler. Emine dudağının kenarıyla mırıldandı, gözü hâlâ kazanda: "Bu kazanda ne var...?"
Tören başladı. Lider, oymalı bir kaşıkla kazanı karıştırırken, “toprak canlıdır, ateşin kanı vardır, ışık beştir” gibi sözler fısıldadı. Üyeler sırayla öne çıkarak paketler sundu: eski tarçın kavanozları, kurutulmuş reyhan demetleri, not kâğıtlarına sarılı kimyon tohumları... Her biri kazana birer tutam atıldıkça, baharat ve yükselen koku yoğunlaştı.
Kadınlardan biri, boynundaki keseden bir şey çıkardı: ufak bir kavanoz. İçinde parlak sarı bir şey vardı. Kavanozun üzerine kalınca etiket yapıştırılmıştı:
"SAFRAN – Zekiye Abla'nın Bodrum'daki baldızından."
Lider kadın kavanozu havaya kaldırdı. “Eski topraklar bilir; gerçek safran, kolay bulunmaz. Onu sadece hak eden eller kullanır. Bu farkı yaratacak olan nihai dokunuştur.”
Kadınlar başlarını eğdi. Ayfer de kısık sesle, “Âmin” dedi.
Sonra beklenmedik bir şey oldu. O gizemli kazanı dev bir ahşap kepçeyle karıştıran yaşlı kadın, birden. “Ateşi kısın burası kaynasın”. Dedi.
Lider kadınsa aniden Emine’ye döndü, tabi diğer kadınlar da onunla beraber…
“Gelen kimdir? Diye sordu.
Emine başını eğdi. “Şey Emine ben... Hatice’nin kızı. Ayfer gönderdi. Ben de annemin Perde Pilavı tarifini getirdim. Gerçek tarifi, hiç eksiltmeden. Sütle yıkadığı pirinci, üç gün kuru soğanda beklettiğini bile yazmış.”
Kadınlar kımıldandı o an aralarından bir uğultu yükseldi. Birinin gözleri doldu. Diğeri, göğsüne vurdu:
“Hatice... Hatice... Bize tarif vermeyen son kişi. Demek sonunda emanet etti?”
Lider kadın, ağır ağır başını salladı.
“Bugün büyük gün. Bugün ‘Zincir’ tamamlanıyor.”
Kadınlardan biri ellerine beyaz eldiven taktı, masadaki fanusun içinden büyük bir dikkatle kutsal emaneti aldı, Emine’nin uzattığı tarif kâğıdını özenle son sayfaya yerleştirdi. Tarif defterini Cam Fanusa geri koyup kapattı. Bir diğeri duvardaki işli bir çanı üç kez çaldı.
Çın... Çın... Çın...
Kapı kapandı. Perdeler çekildi. Kazanın ateşi söndürüldü üzerine bir havlu serildi. Herkes mutfağa yöneldi.
Emine, tedirgin şekilde Ayfer’i aradı. Ayfer açmadı. Sadece bir mesaj yolladı:
“Artık geri dönüş yok Emine. Allah yolunu açık etsin. Yaprak sararken inceliğine dikkat et ve çok konuşma.”
Lider kadın “Her şey hazırsa, geçin bakalım tezgâhlara. Yapraklar ılık suda, pilav da dinlendi,” dedi.
Emine, kadınlar mutfağa geçerken nereye oturacağını bilemeyerek kıpır kıpır bekliyordu. Göz ucuyla ortamdaki nesneleri süzdü: altın varakla işlenmiş bir bakır süzgeç, duvara asılmış "Tarif vermek vatana ihanettir" yazısı ve köşede duran ürkütücü bir tülbent koleksiyonu. Her biri bir tarifi temsil ediyormuş gibi duruyordu.
Lider kadın, asıl adı Nuriye Teyze’ydi ama cemiyette “Usul Ana” diye anılıyordu, ‘Sır Tariflerin Anası’, ağır adımlarla ona yaklaştı. Elinde, ortası kırmızı kurdeleyle bağlanmış ahşap bir et tokmağı vardı.
“Hatice kızı Emine... Bugün seni ‘Tarif Kardeşliği’ne kabul etmek üzereyiz. Ama önce..."
Birden kalabalık hep bir ağızdan bağırdı:
“Deneme pişirmeni yapacaksın!”
Emine’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. “Ama ben... Yani... Sadece izlemeye...”
Usul Ana eliyle susturdu.
“Tarif getirmek başka, onu yaşatmak başka. Hepimiz pişirdik, o ilk geceyi hatırlıyor musun Melek?” diyerek arkada birine seslendi.
Melek Teyze gözlüğünü sildi, iç çekti.
“Ben şambaliyle sınanmıştım. Un oranını bir türlü tutturamamıştım. Ay ondan sonra sekiz ay dışlandım...” Ama şimdi yiyen bir daha istiyor…
Bir diğeri atıldı:
“Benimkisi daha beterdi. Lahana sarması! Ayşegül abla sırf ekşi yoğurtla servis ettiğim için beni üç yıl misafir statüsünde tuttu!”
Bir uğultu yayıldı.
Emine saniyeler içinde kendini tezgâhın ortasında buldu. Eline kuru soğan, pirinç ve dev bir tavuk budunu tutuşturdular.
“Şimdi başla. Pilavı yap, örtüsünü çek, tepsiyi çevir. Bakalım safranlı perde pilavı gerçekten sende hayat bulacak mı...”
Emine, terler içinde işe koyuldu hemen. Diğerleri sarmalara devam ederken, fonda da Mevlüt Usta’nın kasetten okuduğu eski TRT tarifleri yankılanmaya başlamıştı.
İKİ SAAT SONRA
Tüm kadınlar salonda yarım ay şeklinde dizilmişti. Masanın Ortasında gümüş bir tepsi ve üstü örtülü bir tabak.
Usul Ana ciddiyetle ayağa kalktı.
“Şimdi göreceğiz... Tarif sadece kağıtla değil, yürekle verilir. Bakalım annenin eli sende var mı?”
Emine, titreyen elleriyle örtüyü kaldırdı. Ortaya çıkan perde pilavı, şaşırtıcı derecede düzgündü. Pirinçler tam ayarında, safran sarısı belirgin ama abartısızdı. Tavuklar dışarı taşmamıştı.
Bir sessizlik oldu.
Melek Teyze eğildi, küçük bir lokma aldı. Gözlerini kapattı.
“Bu... Bu...”
Tam o sırada kapının kapı zili 2 kere çaldı. Herkes irkildi. Usul Ana hızla ayağa kalktı.
“Kimse kıpırdamasın! Gelen tarif hırsızları olabilir, güvenlik protokolüne hazır olun!”
Kadınlardan biri kutsal emaneti, çeyiz sandığına kilitleyip anahtarı da göğsüne sıkıştırdı. Bir diğeri kadınlara yün ve örgü şişleri dağıtıyordu. Başka biri güvenlik kamerasına baktı.
“Paket servisçiymiş. Motorunda Mersin tantuni yazıyor.”
Bir uğultu daha yükseldi. “Kim dışardan yemek söyler? Aramızda hain mi var?!”
Bir diğeri fısıldadı:
“Ben geçen gün çiğköfte dürüm söyledimdi... Ama lavaşsız yemin ederim...”
Ötekisi “kamuflaj olabilir dikkatli olalım yine de!”
O an geri dönen Usul Ana tokmağını masaya vurdu. “Yeter!”
“Yanlış adrese gelmiş, usulünce gönderdim onu”.
Emine’nin pilavı hâlâ masada duruyordu. Melek Teyze bir lokma daha aldı, sonra Emine’nin gözlerinin içine bakarak cümleyi tamamladı:
“Bu... fazla iyi.”
Tüm kadınlar irkildi. Usul Ana geri çekildi.
“Bu kadar kusursuz bir pilav... yalnızca efsanevi tarifi kanında taşıyan birinde olur.”
Birden salonun lambaları söndü. Projektör açıldı. Tavandan bir perde indi.
Yansıtılan görüntüde, eski bir evin mutfağında, bir video belirdi: Hatice Ana, Emine’nin annesi, perde pilavını yapıyordu. Ama yüzünde maske vardı ve sesi şöyle yankılanıyordu:
“Bu tarifi herkes bilmemeli. Kızım... Sen onu yaşat ama ASLA zeytinyağını başta koyma. Bu onların oyunudur.”
Emine şaşkın “siz…siz ne zaman kaydettiniz bunu”
Usul Ana “İşimizi şansa bırakacak değildik” sırrın güvenliği her şeyden önce gelir.
Kadınlar, Emine’yi pilavın başında ayakta tuttular. Usul Ana, tarif defterine yeni bir sayfa ekledi:
“Perde Pilavı – Hatice'nin Mirası (Son Nesil)”
Ve kabul töreni başladı.
Gözleri bağlı Emine’nin başına tülbent örtüldü. Ardından herkes sırayla onun kulağına tarif sırlarını fısıldadı:
– “Dolmaya bir tutam tarçın... ama kimseye söyleme.”
– “Mercimek köftesine pul biberi değil isot koy.”
– “Un helvasında en son dua okunur.”
…
Tören sona erdiğinde, Emine yorgun ama gururluydu.
Tam çıkacakken Melek Teyze yanına geldi.
“Bak kızım... Şimdi kardeşliğe girdin ya... Artık misafirlikte bile tarif vermek yok. Sorarlarsa de ki ‘göz kararı yaptım, bilemedim’. Bunu korumak senin artık kutsal görevin.”
Emine başını salladı.
Sonrasında cebindeki küçük not defterine not aldı:
“Sırlar korunmalı, ben de bu yola baş koydum, artık ben de eksik tarif vereceğim, “This is the way”* yani racon budur…”
“Bazı yollar tartışılmaz, yaşanır.”
*Ünlü Star Wars repliği
Bunlar da ilginizi çekebilir
"Tavan Arası" Dergisi 2. Sayısıyla Dijital Yayın Hayatında: Sanatın Işığında Farkındalık Vurgusu!
Kültür, sanat ve edebiyatın dijital adresi "Tavan Arası" dergisi, Kasım 2025 tarihli 2. sayısı ile okuyucularıyla buluştu.
3 saat önceMaya Uygarlığının En Eski Anıtı: Evrenin Haritası Olabilir
Meksika'nın Tabasco eyaletinde keşfedilen devasa Aguada Fenix anıtı, yapılan son araştırmalara göre yalnızca büyük bir yapı değil, aynı zamanda evreni sembolize eden bir 'kozmogram' olarak inşa edilmiş olabilir.
8 saat önceArtvin'de 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü Coşkusu: Tüm Halkımız Davetli!
Artvin Valiliği ve Artvin Orman Bölge Müdürlüğü'nden Ortak Çağrı: "Yeşil Vatan Sevdalılarını Fidan Dikimine Bekliyoruz."
9 saat önce

