PENCERENİN ARDINDA
Bike S. Demirkız'ın Köşesi (Öykü) : PENCERENİN ARDINDA
22/08/2025 11:43 | Son Güncelleme : 06/11/2025 20:33 | Bike S. Demirkız
PENCERENİN ARDINDA
YAZAN: BİKE S. DEMİRKIZ
Emre taşınalı çok olmadı bu eski mahalleye. İstanbul’un kenarında, unutulmuş gibi duran bir semtti burası. Yokuşlu sokaklarında hâlâ kırık dökük taş döşemeler vardı. Genellikle iki katlı cumbalı harabe gibi ahşap evlerin kapı önlerinde yaşlı kadınlar minder serip oturur, örgü örer, laf atar, yanından geçenleri süzerdi. Yeni taşınan biri hemen belli olurdu. “Nereli, kimin oğlu, işi gücü var mı?” diye fısıltılar başlar, mahalle bir süre seni sınardı.
Emre için bunların pek önemi yoktu. Şehir merkezindeki pahalı, boğucu ve sıkışık hayatın ardından burası ona bir sığınak gibiydi. Kiraladığı oda küçüktü: Eski demir bir karyola, yamuk bir masa, tahta sandalye… Ama sessizlik, işte asıl ihtiyaç duyduğu şeydi.
Akşamları işten dönerken aynı yokuşu iner, aynı sokak lambalarının titrek ışıkları altında yürürdü. Bir ev vardı ki, önünden geçerken hep bir tuhaflık hissederdi. Bahçesinde uyuklayan bir köpek, çürümeye yüz tutmuş bir kapı, sürekli kapalı duran perdeler… Ve bazen, önce hayal sandığı çok ince, neredeyse kulağına fısıltı gibi gelen bir ses:
— Gel…
Başlarda kulak asmadı. “Belki televizyondan geliyordur” dedi kendi kendine. Ama üçüncü gün ses apaçık oldu.
— Buradayım… arka tarafta…
Bir anda ayakları sanki kendi iradesiyle hareket etti. Bahçe kapısını araladı, gıcırdayan demir sesi sokakta yankılandı. Arkada dar bir avlu vardı: duvarlar yosun tutmuş, nem kokusu her yana sinmişti. İkinci kattaki küçücük pencereden genç bir kadın göründü.
Yüzü ay ışığında neredeyse şeffaf gibiydi; solgun ama güzeldi. Saçları dağınık, omuzlarına dökülüyordu. Mahcup bir tebessümle baktı:
— Çok bekledim seni… Duyduğuna sevindim.
Adı Elif’ti. O günden sonra Emre için her akşam aynı ritüel oldu: işten döner, yolu uzatır, bahçeye uğrar, penceredeki kıza bakardı. Elif’in sesi tül perde gibi hafifti. Tam kızın penceresinin karşısında eski bir ağaç kütüğüne oturur, kız pencerede o bahçede bazen saatlerce konuşurlardı. “Babam çok serttir,” derdi Elif, “Annem de onun sözünden çıkmaz. Beni hiç dışarı çıkarmazlar. Bu pencere tek dünyam.”
Konuşmaları ilerledikçe genç kızın sesi kırılmaya başladı. “Bazen nefes alamıyorum. Sanki beni diri diri toprağa gömüyorlar. Ben bir kuşum Emre, kanatlarım var ama kafesimden çıkamıyorum…”
Emre içten içe yanıyordu. Onun bu hâli yüreğini parçalıyor, bir şey yapma isteğiyle doluyordu. Nihayet bir akşam dayanamayıp söyledi:
— Elif, gel benimle kaç. Bu kapalı hayat senin kaderin olamaz. Ben seni saklarım, korurum. Birlikte yaşarız, kimseye muhtaç olmadan.
Elif’in gözleri doldu. Kısa bir sessizlikten sonra, sanki büyük bir sır veriyormuş gibi başını eğdi, sonra da onayladı.
Kaçış için sözleştikleri gece, Emre heyecan içinde eski bir merdiveni sürükleyerek bahçeye geldi. Kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Sessizce merdiveni pencereye dayadı, yukarı tırmandı. Cam aralıktı. Bir ömür gibi geçen saniyelerin ardından başını içeri uzattı.
İşte Tam o anda dünyası karardı.
Oda pislik içindeydi. Duvarlar küflenmiş, yerlerde kırık tabak, çürük yiyecek parçaları vardı. Ortada siyah lekelerle kaplı eski bir yatak. Yatakta kıvrılmış çürümüş iskeleti kalmış incecik, cansız bir ceset. Saçları dağınık, ayağı yatağa zincirli… Elif’ti. Çoktan ölmüştü.
Keskin koku ciğerini yaktı. Merdivenden düşüp bahçeye kapaklandı. Nefesi kesildi, midesi bulanıyordu. Dizlerinin üzerinde ağladı. O gece soluğu hemen karakolda aldı.
Polisler eve baskın yaptığında gerçek ortaya çıktı. Elif’in çocukluğundan beri ağır bir ruhsal rahatsızlığı vardı. Babası, “Adımız çıkar, milletin diline düşeriz,” korkusuyla doktora götürmemiş, tek başına evin arkasındaki kullanılmayan müştemilata kapatmış, hatta yatağa zincirlemişti. Annesi de susmuş, kocasına boyun eğmişti. On yıllar boyunca Elif kimse görmeden o odada pislik ve sefalet içinde yaşamış sonra kim bilir neden, ölünce de evi mühürleyip kendileri bahçedeki ana binada oturmaya devam etmişlerdi.
Mahalle çalkalandı. “Allah’ın cezası insanlar!” diye lanetler edildi. Kahvehanede, bakkalda, evlerin önünde günlerce konuşuldu. Kadınlar, “Günah! Yazık kıza!” diyerek gözyaşı döktü. Erkekler öfkeyle küfretti. Aile ise yargıya verildi, herkes tarafından dışlandı.
Ama Emre’nin acısı hiç dinmedi. Çünkü Elif’le konuştuğunu, her akşam pencerede onunla dertleştiğini çok iyi biliyordu. Onun için gerçekti. O kız ölü değildi, ya da ölü bile olsa ruhu hâlâ oradaydı.
Bir akşam dayanamadı, yine eve gitti. Ev mühürlenmişti, camları kırılmıştı. Bahçe sessizdi. Pencereye baktı; boştu. Tam geri dönecekken ay ışığına karışan bir siluet belirdi.
Elif oradaydı. Ne bir ceset gibiydi ne de bir hayal; tam karşısında, ince, zarif bir ışık halinde. Yüzü solgun ama güzeldi. Gözleri minnetle doluydu.
— Sağ ol Emre, dedi usulca. — Sonunda beni özgür bıraktın.
Emre elini uzattı ama Elif sis gibi dağıldı. Ardında yalnızca bir huzur, bir inanç bıraktı: Elif gerçekten onunla konuşmuştu, gerçekten sevmişti. Emre için bu ömrünün en ağır ama en gerçek aşkıydı.
Bunlar da ilginizi çekebilir
"Tavan Arası" Dergisi 2. Sayısıyla Dijital Yayın Hayatında: Sanatın Işığında Farkındalık Vurgusu!
Kültür, sanat ve edebiyatın dijital adresi "Tavan Arası" dergisi, Kasım 2025 tarihli 2. sayısı ile okuyucularıyla buluştu.
3 saat önceMaya Uygarlığının En Eski Anıtı: Evrenin Haritası Olabilir
Meksika'nın Tabasco eyaletinde keşfedilen devasa Aguada Fenix anıtı, yapılan son araştırmalara göre yalnızca büyük bir yapı değil, aynı zamanda evreni sembolize eden bir 'kozmogram' olarak inşa edilmiş olabilir.
8 saat önceArtvin'de 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü Coşkusu: Tüm Halkımız Davetli!
Artvin Valiliği ve Artvin Orman Bölge Müdürlüğü'nden Ortak Çağrı: "Yeşil Vatan Sevdalılarını Fidan Dikimine Bekliyoruz."
9 saat önce

