BAY KURT
BİKE S. DEMİRKIZ'IN KÖŞESİ: (ÖYKÜ) BAY KURT
08/05/2025 07:28 | Son Güncelleme : 06/11/2025 20:35 | Bike S. Demirkız
BAY KURT

İnfaz memurum zincirimi sertçe çekiyor. Boynumda ani bir acı, gözlerim kısılıyor. Dişlerimi gösterip hırlıyorum. Görkemli azı dişlerimi gören adam ürküyor, korkusu suratının rengi boş beyaz kâğıda dönüyor. Sonra zincirin ve silahın kimin elinde olduğunu hatırlayıp kendine çeki düzen veriyor.
“Hop, dikkat et elma kurdu,” diyor. Sesi kalın ama titrek. “Yoksa bir sonraki öğünün kuburdan içeceğin su olur ancak. Çeneni telle bağlatırım.”
Burnumdan küçümseyici bir ses çıkarıyorum. “Hadi canım, hangimiz “Kırmızı Başlıklı Kız” okurken tir tir titriyor. sen de biliyorsun, ben de.”
Yüzü geriliyor, dudakları çizgi gibi büzülüyor. Elini kemerindeki copuna atıyor.
“Bu kadar yeter, memur bey,” diyor yeni bir ses. “Müvekkilimin haklarını daha fazla ihlal etmeden işinizi yapar mısınız, lütfen?”
Başımı çeviriyorum. Masanın başında bir adam oturuyor. Oda loş; tavanın ortasındaki titrek floresan lambanın zayıf ışığında zor seçiliyor ama neyse ki benim gözüm keskindir. Adam kısacık, ayakları yerden kesilmiş adeta. Üzerinde takım elbise, saçı jöleyle soldan sağa taranmış özenle kelini saklıyor, ya da sakladığını sanıyor. Surat… bildiğin Muşmula gibi, çöldeki taşlar gibi buruş buruş, dudağının üstünde ince bir bıyık. Üstünde pahalı parfüm, ipek kravat ve… saman gibi bayat bir koku var.
Ama asıl dikkatimi çeken şey: Korkmuyor. Hiç ama hiç korkmuyor. Yani benim gibilerden. Ya salak… ya da daha tehlikeli.
Memur zinciri yere sabitliyor, bana masanın öbür ucuna kadar hareket alanı bırakıyor. Kilidi “klik” diye kapatıyor, sonra duvara çekilip dikiliyor.
Adamın gözleri küçük, koyu renkli ve tel çerçeveli gözlüğün arkasından, memura dönüyor. “Bizi yalnız bırakır mısınız lütfen?”
“İyi bir fikir değil beyim,” diyor gardiyan, bana işaret ederek. “Bu canavarı tanıyor musun sen?”
“Elbette tanıyorum,” diyor adam, sesi çatlak ama kesin. “Ancak avukat–müvekkil görüşmesi özel bir haktır. Tekrar söylemek zorunda mıyım?”
Memur burnundan soluyarak çıkıyor. Kapıyı öyle bir çarpıyor ki duvar sarsılıyor. Kilidin sesi de net: klik.
Ben zincir gerildiğince esneyip tüylerimi kabartıyorum. “Müvekkil mi? Çok komik. Ben avukat tutmadım ki.”
Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme. “Tutmadınız. Henüz. Ama söylediklerimi duyunca tutmak isteyeceksiniz.”
“Niyeymiş o?”
“Çünkü sizi hapisten kurtarabilirim.”
Kulaklarım ister istemez dikiliyor. Burun kıvırıp dalga geçer gibi soruyorum: “İyi de ellerindeki dosya sağlam. Ben de inkâr etmiyorum zaten.”
“İşte tam da bu yüzden benimle çalışmalısınız.” Yağ gibi sırıtan bir gülümseme yayılıyor suratına. “İzin verin kendimi tanıtayım.” Masaya zarifçe bir kart bırakıyor.
Kartı okuyorum:
R. Bey – Avukat. Yanlış Yargılananların Müdafi.
Kartın ortasında dönen bir çark, altın varakla parlatılmış.
“‘R’ neyin kısaltması?” diye soracakken elini kaldırıyor.
“Adı soyadı ilişkisine gerek yok. Şimdilik R Bey diyelim.” Dişlerinin bazısı altından; sırıttıkça midem bulanıyor.
“İyi,” diyorum kulaklarımı oynatarak. “Avukatsın yani. Eskiden ne iş yapardın?”
“Müteahhittim epeyce zahmetliydi. Yeni mesleğim daha kazançlı, hem etik olarak da pek farkı yok. Bu arada, sizi nasıl hitap edeyim?”
Omuz silkiyorum, yıllar içinde öğrendiğim insansı bir hareket. “Çoğu kişi beni görünce sadece ‘Kurt!’ diye bağırıp kaçıyor.”
“O zaman basitçe Bay Kurt diyelim.”
“Ne fark eder…”
R Bey, sandalyeye iyice yerleşiyor. “Kamuya açık belgelerden davanızı biliyorum. Ama belki kendi hikâyenizi anlatmak istersiniz?”
Gerçekten gülüyorum. “Benim hikâyem mi? Kimse merak etmez onu. Herkesin tek bildiği şey: Kurt kötüdür. Hikâye böyle yazılmış çünkü.”
“Yani suçlamaları reddetmiyorsunuz?”
“Yani… hayır. Neyse dedilerse, hepsini yaptım.”
Gözlüğünü çıkarıyor, bir mendille silmeye başlıyor. “Sana emanet edilen kuzudan bir daha haber alınamamış?”
Yüzümü buruşturuyorum. “Evet… Emanet edenlerin bunu bilmesi gerekirdi.”
“Üç çalışkan domuzun evini yıktığınız doğru mu?”
“E, inşaat yönetmeliğine uysalardı yıkılmazdı. Hem sonra beni diri diri yakmaya çalıştılar. Kuyruğum hâlâ düzgün çıkmadı.”
“Bir genç kızı ve büyükannesini yediğiniz de doğru mu?”
Gülüyorum. “Bir de kedisi vardı. Kimse o kısmı hatırlamaz. Ama ormanın kenarında midemi kesip taş doldurdular, üç ameliyat, altı ay plastik boyunluk… O oduncuyu bulursam, menüde ilk o olacak.”
Gözlüklerini takıyor. Tek kaşı kalkık. “Görünüşe bakılırsa, suçlusunuz. Kanıtlar sağlam. Zincire vurulmuş haliniz ortada.”
Dudaklarımı gerip sırıtıyorum. Ya da hırlıyorum. Ben bile bazen ayırt edemiyorum. “Dedim ya. Ben kötüyüm. Hep kötü oldum. Hikâyenin sonunda hep ben kaybederim. Ders verilecek karakter benim. Hikâyenin ‘ahlâkı’ buymuş.”
“Peki ya hikâyenin sonu böyle olmak zorunda değilse?” diyor R Bey.
Başımı yana eğiyorum. “Nasıl yani?”
“Benim işim sizi masum göstermek değil, Bay Kurt. Sizi kurban gibi göstermek.”
“Şaka yapıyorsun?”
“Hayır. Geçmişinizi ön plana çıkaracağız. Zor bir çocukluk, toplumun önyargıları… Siz sadece ‘tehlikeli’ diye etiketlendiniz. Oysa bu ayrımcılık.”
“Vay arkadaş…” Gerçekten donup kalıyorum. Hiç böyle düşünmemiştim.
“Eşiniz, yavrularınız, bir sürünüz var mı? Size bağlı olan?”
“Yok. Hep yalnızdım ben.”
“İşte tam da bu! Medyaya çıkacaksınız. Evlilik programlarına katılacaksınız. Kader mahkumuyum diye anlatacaksınız. Sosyal Medya’da sesinizi duyuracağız. Trajik geçmiş, gözyaşları, toplumun acımasızlığı… Ben bu işin uzmanıyım. Kitap anlaşmaları, televizyon röportajları, siz de huzurlu bir ormana yerleşirsiniz artık. Ben de… kazançtan yüzde elli alırım ve bazen de işte değerli dostlar için birkaç rica…”
O an midem bulanıyor. Hikâye satmak. Mağdur numarası yapmak. Gerçek beni inkâr etmek. Zayıf, acındırılan biri gibi görünmek. Sonra birilerinin maşasına dönüşmek…
“Tüm bunlar… koca bir yalan gibi geliyor bana.”
“Hiç yalan söylemediniz mi?” Sesi küçümseyici. “Yaşlı kadını taklit etmek? Pek dürüst bir davranış değildi, değil mi?”
Hırlıyorum. “Ben buna avcılık derim. Kurnazlık. Strateji.”
“Gelin, uzatmayalım,” diyor. Çantasını açıyor. Altın kaplama bir dolma kalem çıkarıyor. “Bu evrakları imzalayın, mağdur olmaya başlayalım.”
Mağdur. Ben mi?
Ben bir kurdum. Bir yırtıcı. Yaratılışım bu. Kendi tercihimle kötülüğü seçtim. Ve bunu ancak yakalanınca sorguladım. Ama şimdi… bu adamın sunduğu şey daha bile kirli. Kendim olmamı inkâr etmemi istiyor. Hikâyemi satmamı istiyor. Halbuki o benden daha beter ama ben onun gibi biri olmak istemiyorum.
“Sana şunu net olarak söyleyeyim,” dişlerimi göstererek. “Ben bir kötüyüm. Bunun farkındayım, kabul ediyorum. Cezam neyse çekerim.”
R Bey yüzünü buruşturuyor. “Bay Kurt, mantıklı olun…”
“Bence çıkış yolunu aramaya başla, R Bey. Ya hemen burayı terk edersin… ya da seni yutarım. Seçim senin.”
“Ama Bay Kurt beni son bir dinleyin…”
Masaya doğru saldırıyorum, zincir geriliyor, pençelerim masaya iniyor ve…
Bunlar da ilginizi çekebilir
"Tavan Arası" Dergisi 2. Sayısıyla Dijital Yayın Hayatında: Sanatın Işığında Farkındalık Vurgusu!
Kültür, sanat ve edebiyatın dijital adresi "Tavan Arası" dergisi, Kasım 2025 tarihli 2. sayısı ile okuyucularıyla buluştu.
3 saat önceMaya Uygarlığının En Eski Anıtı: Evrenin Haritası Olabilir
Meksika'nın Tabasco eyaletinde keşfedilen devasa Aguada Fenix anıtı, yapılan son araştırmalara göre yalnızca büyük bir yapı değil, aynı zamanda evreni sembolize eden bir 'kozmogram' olarak inşa edilmiş olabilir.
8 saat önceArtvin'de 11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü Coşkusu: Tüm Halkımız Davetli!
Artvin Valiliği ve Artvin Orman Bölge Müdürlüğü'nden Ortak Çağrı: "Yeşil Vatan Sevdalılarını Fidan Dikimine Bekliyoruz."
9 saat önce

